Sırat-ı Müstakim (Ayrıntılı Bilgi www.efgan.net)
  Sırat-ı Mustakîm Ahlâkı Ali FERŞADOĞLU
 

Giriş

 

İnsan; en güzel, en üstün, tam kıvamında yaratılmış bir varlıktır. Mümtaz, şerefli, medenî, nâzik ve nâzenin ve aynı zamanda sosyal varlık olduğundan insaniyete lâyık bir şerefle yaşamak ister. Ne var ki, insan son derece âciz ve zayıftır. İhtiyaçları kâinatın her tarafına dağılmıştır.

 

Hayat şartlarına uyumumuzu sağlayacak, arzularımızı tatmin edecek bilgi, maharet, meslek ve gelire yalnız başına sahip olmamız imkânsız. Acz ve zaafımız bizi Kadir-i Mutlaka sığınmaya, dayanmaya, dergahına ilticaya yöneltir. İhtiyaçlarımızı karşılamak için de hemcinslerimizle nezaket ve nezahet kuralları içinde ilişki kurarak yardımlaşma, dayanışma, çalışmalarımızın meyvelerini bölüşme ve değiş-tokuş yapmaya mecburuz.

 

İnsan, imânın gerektirdiği ahlâkî yapıya göre dizayn edilmiştir. Buna uygun bir hayat sürdürülmezse, fıtratın çarklarına aykırı hareket edilmiş olur. Bu da birçok problem ve sıkıntıyı doğurur. Meselâ, ayrılığın, ölümün yakıcı ateşinden, sıkıntıların azabından kurtulmak için de tozpembe bir dünya oluşturma çabasına girilir. Eğlence, alkol, uyuşturucu ve benzeri kötü alışkanlıkların bataklığına düşülür. Bunların sayısız gayr-i ahlâkî hallere sebep olacağı açıktır.

 

19 ve 20. asırda insan müthiş bir ahlâkî erezyona maruz kalmıştır. Maddeye olan vurgu, mânâdan uzaklaşmayı getirdiğinden teknoloji de daha çok nefse, egoizme, enaniyete, oyun ve eğlenceye hizmet ettiğinden ahlâkî hayat kökünden ifsat olmuştur.

 

Ahlâk; birey, âile, toplum ve tüm insanlığı ilgilendirmektedir. Bu nedenle sadece ahlâkçılarca değil, başta felsefe, kelâm, tasavvuf, psikoloji, sosyoloji, pedagoji, eğitim gibi hemen bütün ilim dallarında ehil olanlarca tartışıla gelen bir olgudur. Akıl ve vahiy prensiplerinin pratik hayata geçirilmesi diye tanımlayabileceğimiz ahlâk, ilk insan Hz. Âdem (as) ile tarih boyunca bütün peygamberin ihya edip yerleştirmek için mücâdele ettiği, pek çok filozofun meşgul olduğu bir değerdir.

 

Tarih boyunca verilen mücâdele de bir bakıma "ahlâk ile ahlâkdışı" anlayışın tezahürüdür. Bu perspektiften baktığımızda her dinin, her düşünce sisteminin, her ideolojinin, her felsefi akımın, hatta her toplum ve grubun bir ahlâk anlayışı vardır. Buna binâen insan, gerçek değerini ahlâkî esaslara uyması oranında bulur.

 

Ahlâk, bir hayat tarzı, bir yaşam biçimidir. Rûh, kalp, akıl, vicdan, beden ve bunun gibi insanla ilgili ne varsa, her birinin yaratılış maksadına uygun olarak kullanım yolu, yaklaşım uslûbu; kâinat ve yüce yaratıcıya muhatabiyettir.

 

Din, zaman, zemin ve kişilere göre değişmeyen temel, evrensel, kalıcı ve sağlam ahlâkî esaslar getirmiştir. İslâmiyet, insanın yemesinden içmesine, konuşmasından, susmasına, gezmesinden eğlenmesine, çalışmasından dinlenmesine, uyumasından uyanıklığına, öksürmesinden aksırmasına en dakik ve ince davranış biçimlerine kadar ahlâkî prensipleri vaz'ederek keyfiliği önlemiş, insanı başkasının maskarası, oyuncağı olmaktan kurtarmıştır. Yâni, ona göre, buna göre, şuna göre bir hayat tarzı değil, İlâhi hakikatlere göre yaşama tarzını getirmiştir.

 

İmân esasları, İslâm şartları ve ibâdetler bireyi, âileyi ve toplumu terbiye ederek ahlâklı olmaya yöneltir. Çünkü imân esasları insan fıtratına seslenir. Kur'ân ve Sünnet-i Seniyye, ahlâkın herkesin hak, selâhiyet, sorumluluk, vazife ve yetkilerini açıklar. Başta anne-baba, eş (karı-koca), çocuk, kardeş, akraba, komşu, hattâ, hayvan, çevre ve eşya haklarını sıralar. Hakların yanında herkesin görevleri de belirler.

 

Meseleler kimsenin şahsî, indî, beşerî istek, nefsî arzularına bırakılmamış; âdil ve fıtrata uygun haklar, selâhiyetler, mesuliyetler, vazifeler bir bir sıralanmıştır. Bununla da yetinilmemiş, hak ve vazifeler imân, ibâdet, eğitim ve terbiye yoluyla akıl, kalb ve vicdânlara yerleşip fiiliyata dökülebilmesi için de gerekli tedbirler alınmıştır.

 

Özellikle günümüzde Peygamberî ahlâk öğretilerine şiddetle muhtacız. Zîrâ, Kur'ân'la barışık olmayan ateist, seküler, egoist felsefî akımlar; insânî değerlerin içini boşaltmış, tamamen nefse, hevâ ve hevese hitap ederek ahlâkı kökünden ifsat etmişlerdir. Hattâ, hürriyeti de, dini ve ahlaki prensiplerden de tamamen sıyrılmak şeklinde anlatılmaktadır. Bu da, insanlığın ahlâkî değerlerini tüketmiş, en yakın akrabaları (eş, çocuk, kardeş vs.) ve dostları birbirine düşürmüştür.

 

"Akıl, gadap/savunma ve şehvet" gücü gibi temel duyguların ifrat ve tefritleri ahlâkî değerlerden yoksunluğu, bu da dehşetli sonuçlar doğurmuştur. Bunlardan bazıları; hazcılık, çıkarcılık (menfaatperestlik) egoizm, ideolojik saplantılar, ırkçılık (asabiye damarı), nefisperestlik/narsizm, zulümperestlik/sadizm, güçperestlik/diktatörizm/mazoşizmdir.

 

Bu çalışmamızda özellikle kişiliğimiz/şahsiyetimiz, huy, karakter ve mizâcımızı oluşturan ahlâkı detaylı olarak ele almaya çalıştık. Özellikle şu sorulara cevaplar aradık: Ahlâk nedir? Ahlâkın kaynağı nedir? Beşer aklı ve vicdânı, vahiy güneşi olmaksızın ahlâkî değerleri bulabilir mi? Semâvî kitaplar/Kur'ân, peygamberler, imân esasları ve İslâm şartları ahlâkın güzelleşmesi ve yüksek ahlâk normlarının teşekkülüne nasıl kaynaklık ettiler? Ahlâkın kaderimiz ve hür irademizle ilişkili mi? Hangi davranış biçimi ahlâkîdir, hangileri ahlâk dışıdır? Ahlak, doğuştan içimize yerleştirilmiş olgu mudur? Yâni, ahlâkımız da kaderle tayin mi edilmiştir; yoksa sonradan mı kazanırız?

 

Ahlâk, çevremizle ilgili münâsebetleri kaidelere bağlayıp düzenlediğine ve hayatın bütününü kapladığına göre, başta anne-babamıza, kardeşlerimize, akrabalarımıza, toplumumuza, insanlığa, hayvanlara ve hatta çevremize (eşyaya) karşı yaklaşım biçimimiz nasıl olmalıdır? Çalışma ahlâkı gibi hayatın sâir safhalarını oluşturan hususlara karşı nasıl bir ahlâk sergilemeliyiz?

 

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol