Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad Dergileri Bağlamında Mehmet Akif - Eşref Edip Dostluğu
Âkif’in dostları
Mehmet Âkif’in en önemli özelliklerinden biri de dostluk kavramına verdiği önem ve dostlarına atfettiği değerdir. Bu tebliğde adından sıkça söz edeceğimiz Eşref Edib, onun bu yönünü Akif’le ilgili kitabında şöyle belirtir:
“Üstadın kıymetli dostları çoktur. Dost mevhumunu üstad çok yüksekte telakki ederdi. Sevdiği arkadaşlarıyla geçirdiği hayat onun için çok zevkli bir şeydi. Onun üzerinde her dostunun ayrı bir tesiri vardı. Kendisine dost olabilecek adamı çarçabuk anlar, kalbini ona bağlardı. Sevdiğini candan severdi. Sevdiği bir arkadaşı için her şeyini fedâdan çekinmezdi. Arkadaşına karşı gösterdiği fedâkârlığın, samimiyetin derecesine bütün onu tanıyan ve sevenler hayrandı. Sevdiklerinin her biri husûsî meziyetlerle mütemayiz idi, içi dışı bir olanlardı. Bütün bu husûsî meziyetleri nefsinde cem eden Üstad, kendisini sevenlerin kalblerini kendi kalbine bağlardı.”
Yine Eşref Edib’in belirttiğine göre Akif’in “Muhtelif sınıfta, muhtelif ahlâk ve tabiatta dostları vardı.” Bunlar arasında kimler yoktu ki… Ahmet Naim Bey’den Hersek müftüsü Ali Fehmi Efendi’ye; Miralay Baytar İbrahim Bey’den, büyük bestekar Şerif Muhiddin Targan’a; Fatin Hoca’dan Süleyman Nazif’e, Ferid Kam’dan Hafız Kemal’e, Hasan Basri Çantay’dan Neyzen Tevfik’e kadar onlarca isim Âkif’in dost halkasında idi.
Bunlar arasında bazıları ise daha özel bir yerde durmaktadır. Bu kişiler, Âkif’in mücadelesinde yol arkadaşlarıdır. Hayatları boyunca fikir ve aksiyon olarak onunla birlikte hareket eden kişilerdir.
İşte bunlardan biri, çeşitli özellikleri itibariyle belki de en başta geleni Eşref Edip’tir. Bu iki isim, dost kavramının bütün hakkını vererek yaklaşık 30 yıl birlikte olurlar. Neredeyse bu süre zarfında bütün vakitleri birlikte geçer. Balıkesir’de, Kastamonu’da, Ankara’da birlikte mücadele veririler. Eşref Edip, söz yerinde ise “Üstadım” dediği Akif’i “bir gölge gibi” takip eder. Müşterek dergi çıkarırlar. Dahası Eşref Edip, Âkif’in “zabıt kâtibi” gibidir. Onun cami konuşmalarını kayıt altına almış ve dergisinde yayımlamıştır. Bu yakınlık dolayısıyla Âkif’i çok yakından tanıyan bir isimdir. Nitekim bu tanıklığını bir kitapla da taçlandırarak Âkif hakkında çok detaylı malumat veren bir esere de imza atmıştır.
Bütün bu birlikteliği sağlayan ise Sebilüreşad dergisidir. Bu dergi, onları ayrılmaz bir ikili yapar. Dolayısıyla onların serüvenini bu dergiyle birlikte düşünmek gerekir. Dolayısıyla Sebilürreşad’dan ve onun sahibi ve mesul müdürü Eşref Edip’ten söz etmek aynı zamanda Âkif’ten söz etmek olacaktır.
Tanışmaları
Eşref Edip, Türkistan kökenli bir ailenin çocuğu olarak 1882’de bugün Yunanistan sınırları arasında kalan Serez’de doğdu. İbtidai ve Rüştiye tahsilini(ilk ve ortaokul) burada bitirdi. Aynı yıllarda hıfzını tamamlayarak hafız oldu. Lise öğrenimini de burada tamamlayan Eşref Edib, bir yandan da İslâmi ilimler tahsil etti. Serez müftüsü Ümaduddin(İsamüddin) Efendi’den Arapça öğrendi. Liseyi bitirince bir yıl kadar Mahkeme-i Şeriyye'de kâtip olarak çalıştı
1902’de İstanbul’a geldi. Hukuk Fakültesi giriş imtihanını başararak yüksek öğrenimine başladı. Mekteb-i Hukuk'a devam ederken Atik Ali Paşa Camii’nde Konyalı Müderris Ref’i Efendi’nin derslerini takip etti. İlim, kültür, sanat çevreleriyle tanıştı. Oralardaki sohbet halkalarına katılarak kendini her anlamda yetiştirmeye çalıştı.
Bu iki dost arasındaki tanışma, 1908 Meşrutiyetinden kısa bir süre önce gerçekleşir. Eşref Edip, Âkif’i ilk önce şiirlerinden tanır. Hatta bunları ilk olarak Bosnalı Ali Şevki Efendi’nin defterlerinden okumuştur. Yüz yüze tanışmaları da yine Ali Şevki Efendi’nin evinde olur. Eşref Edip, Âkif’le ilgili kitabında bu tanışma olayını şöyle anlatır:” Mehmed Âkif’le yarım asır evvel, Fâtih’te Bosnalı Ali Şevki Efendi’nin evinde tanıştık. Ali Şevki Efendi’nin zengin bir kütüphanesi vardı. Kıymetli eserler toplamıştı. Basılmayan, basılması câiz olmayan eserleri, şiirleri hep onda bulabilirdiniz. İnci sıralar gibi, müteaddit defterlere bunları yazmıştı. Onun kütüphanesinden çok istifade ediyorduk. Üstad’ın şiirlerini ilk defa onun defterlerinden okumuştum. Bir “İhya Gecesi” Üstad’a orada rast geldim. Ali Şevki Efendi bizi tanıştırdı. Çok memnun oldum. Hemen kalkıp elini öptüm. Çok iltifat gösterdi.”
Eşref Edip, bu tanışmadan büyük bir memnuniyet duyar. Hatta bunun sebebini kendince merak eder. “O gece ruhumun duyduğu heyecanı hiç unutamam. Bu nedendi? Şiirlerinin füsünkar tesiri mi?” Eşref Edip daha sonra şöyle bir soru sorar kendine:” Uzun seneler matbuat hayatında beraber çalışacağımız üstadla görüşmekten mütevellit bir hissi kablel vuku mu?”
Edip, bu sorusunda gayet haklıdır. Zira, bu tanışmadan kısa bir zaman sonra meşrutiyet ilan edilecek ve Sırat-ı Müstakim bu olaydan hemen sonra yayın hayatına başlayacak, Eşref Edip’le Mehmet Âkif’in yol arkadaşlıkları bu dergideki birliktelikleriyle başlamış olacak ve yaklaşık otuz yıl sürecek kadim bir dostluğun, fikir, kalem ve mücadele arkadaşlığının temelleri işte bu tanışma ile atılmış olacaktır.
Sırat-ı Müstakim’in doğuşu
II. Meşrutiyet’in (1908) ilanıyla doğan hürriyet ortamı, fikir ve sanat adamları tarafından sevinçle karşılanmıştır. Böylece II. Meşrutiyet’in ilk bir buçuk ayı içerisinde iki yüzü aşkın gazete ve dergi yayına başlamıştır. Bu dönemde yayın hayatına başlayan dergilerden biri de “İttihad-ı İslâm” düşüncesinin yayın organı olarak çıkan “Sırat-ı Müstakim“ mecmuasıdır.
Sırat-ı Müstakim, Ebu’l-Ula Mardin ve Eşref Edib’in öncülüğünde 11 Temmuz 1324(24 Temmuz 1908) de resmen kurulur. Haftalık olarak yayına başlayan ve “din, felsefe, edebiyat, hukuk ve ulûmdan” bahseden derginin sahibi Ebu’l-Ula Zeyn’el-Mardin, mesul müdürü Eşref Edib, başyazarı ise Mehmet Âkif’tir. Derginin ilk sayısı 14 Ağustos 1324(27 Ağustos 1908)’de yayımlanır ve büyük bir ilgi ile karşılanır.
Edip, bu hadiseyi kendi üslubunca şöyle anlatır: “ Çok geçmeden hürriyet ilân edildi. Biz de hemen haftalık bir gazete çıkarmaya karar verdik. Adını “Sırat-ı Müstakim” koyduk. Sür’atle hazırlıklara başladık. Üstad gazetenin başmuharriri…[Babanzâde] Ahmed Naîm [öl. 1934],Manastırlı İsmail Hakkı [öl. 1912], Musa Kâzım [öl. 1920], Bereketzâde [İsmail Hakkı, öl. 1918], Mardinizâde [Ebû’l-Ulâ, öl. 1957], Tâhiru’l-Mevlevî [Olgun, öl. 1951], Halim Sabit [öl. 1946] gibi kıymetli âlimler, muharrirler de heyet-i tahririyeye girdiler.”
Dergide bu isimlerin dışında; Şemseddin Günaltay, Şeyhülİslâm Musa Kazım, İzmirli İsmail Hakkı, Ferid Kam, Abdürreşid İbrahim, Ahmet Ağaoğlu, Yusuf Akçura, Mithat Cemal Kuntay, Seyhülİslâm Mustafa Sabri, Muhammed Hamdi Yazır, Hasan Basri Çantay, Ömer Rıaza Doğrul, Ömer Nasuhi Bilmen gibi yazarlar da bulanmaktadır. Dergide ayrıca Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Ferit Vecdi, Abdilaziz Çaviş, Said Halim Paşa, Süleyman Nedvi, Ebulkelam Azad gibi yazarlardan da tercümeler yayımlanmıştır.
Sırat-ı Müstakim’den Sebilürreşad’a
Eşref Edip, Ebül’ula Mardin ile birlikte dergiyi 182 sayı (7 cilt) çıkarırlar. Bu sayıdan itibaren Ebül’ula Mardin, milletvekili seçildiği ve üniversite hocalığına başladığı için, kimi kaynaklara göre ise Eşref Edip’le aralarındaki bir anlaşmazlık sebebiyle derginin yönetiminden ayrılır. Bu hadise üzerine Tahir’ül Mevlevi’nin imtiyazını alıp neşrine başlamadığı Sebilürreşad mecmuası Eşref Edib’e devredilir. Eşref Edip, derginin sorumlu müdürlüğünün yanı sıra sahipliğini de üstlenmiş olur. Bu değişimde Tahir’ül Mevlevi’nin belirttiğine göre Âkif, etkili olmuştur. Böylece Sırat- ı Müstakim bu yeni adıyla(Sebilürreşad) 1966 yılına kadar sürecek uzun soluklu yeni yayın yayınına tekrar başlar. (8 Mart 1912/24 Şubat 1327).
Dergi, işte böyle bir dönemde 183. sayısından itibaren bu yeni adıyla çıkmaya başlar. “Mandacılarla mücadele, İttihat Terakki’nin yanlış uygulamalarına muhalefet ve Milli Mücadeleyi desteklemek” şeklinde bir politika yürütür. Yaptığı etkili muhalefet yüzünden zaman zaman İttihat Terakki yönetiminin baskılarına maruz kalır ve birçok defa kapatılmayla yüz yüze gelir. Bunlardan ilki 1911 de olur. Örfî idare (sıkıyönetim) tarafından kapatılır. 2. Kapatma 1914 de olur. Haziranda kapatılır. Hatta bu yüzden 300–301. sayıları “Sebilü’n-Necat” ismiyle çıkar. Dergi daha sonra eski adına tekrar yayımlanmaya başlar. Dergi bu kapatılmalarla daha sonraki yıllarda da karşı karşıya kalacaktır.
Sebilürreşad dergisi, “ittihad-ı İslâm” anlayışını benimseyen bir anlayışın sözcülüğünü yapmayı hedeflemektedir. Bu yüzden bütün İslâm âleminin bu yayından haberdar olabilmesi için yoğun bir gayret sürdürülür. Eşref Edip, derginini fikri mimarı durumundaki Akif’le birlikte pek çok İslâm ülkesine muhabirler gönderir. Abbas Halim Paşa’nın tavsiyesi üzerine Seyyah Abdürreşid İbrahim Efendi’nin elinde bulunan adresler alınarak derginin geniş bir coğrafyaya ulaşması sağlanır. Bilhassa Azebaycan’da ve Müslümanların ve Türklerin yaşadıkları coğrafyalarda büyük bir ilgiyle karşılanır. Eşraf Edib, bu konudan bahsederken “On bin, yirmi bin, basıyor, gazete yetiştiremiyorduk. (…)Bilhassa Rusya’ya binlerce nüsha sevk olunuyordu. Asya’nın en uzak köşelerinden üstada mektuplar geliyor, şiirleri, yazıları takdir olunuyordu.” ifadesini kullanmaktadır.
Daha sonra Balkan Harbi başlar. Âkif’i dergi sayfalarının yanı sıra bu defa da cami kürsülerinde de görürüz. Eşref Edip yine yanındadır. Zira Âkif’in konuşmasını kayda geçirme işi onundur. Nitekim Âkif’in cami konuşmaları bu kayıtlar sayesinde dergi sayfalarına taşınma imkânı bulur.
Eşref Edip, düzgün not tutma konusunda son derece gelişmiş bir kabiliyete sahiptir. Onun bu yönü daha lise yıllarında başlamıştır. O yıllarda Hocası İsamüddin Efendi’den ders alırken hocasından işittiklerini hemen not etmektedir. O, bu melekesini hukuk mektebinde okurken daha da geliştirmiş, okul derslerinin yanı sıra Atik Ali camiinde dinlediği konuşmaları kayda geçirmiş, dahası o yıllarda ibadete açık olan Ayasofya camiindeki vaazları ilk olarak Hacı Adil Bey’in, bilhassa da Hakkı Bey’in (Sadrazam Hakkı Paşa’nın), “Hukuk-i İdare ve Hukuk-i Düvel Notları”nı, Büyük Haydar Efendi’nin “Usul-i Fıkıh Notları”nı ve Cuma günleri Ayasofya Câmii’nde vaaz eden Manastırlı İsmail Hakkı Efendi’nin konuşmalarını kaydetmiş, bu notlar ve tahrirler, Bâbıâlî’de İbrahim Hilmi Kütüphanesi’nce neşredilmiştir. Bütün bunları yaparken en büyük yardımcısı ise daha sonra ortak dergi çıkaracakları Ebu’l Ula Zeynel Abidin Mardin’dir.
Balıkesir seyahati
Âkif’le Eşref Edib’in birlikte seyahatleri de vardır. Bunlardan ilki Mütarekeden sonra Balıkesir’e olur. Düşman işgali altındaki İstanbul’da bunalan Mehmet Âkif, 1920 yılının Ocak ayı sonunda Eşref Edib’le birlikte “Harekat-ı milliye’nin başladığı cepheye”, Balıkesir’e gitti. Edip’in ifadesiyle “ O taraflarda bir avuç kahramanını müdafaası, bu güzel topraklar için canlarını siper etmesi Âkif üzerinde büyük bir tesir husule getirmiştir.”
Kitapta bu yolculuğun hikâyesi şöyle anlatılır:
“Bir gün baktım, idarehaneye çok heyecanlı geldi:
—Haydi hazırlan gidiyoruz, dedi.
—Nereye?
—Harekat-ı Milliye’nin başladığı cepheye. Artık burada duramıyorum.”
Ertesi sabah, birlikte yola çıkarlar. Âkif, burada, Zağanos(Zağnos)Paşa camiinde bildiğimiz o ünlü konuşmasını yapar. Halkı birlik ve beraberliğe, işgalcilere karşı direnişe çağırır. Eşref Edip, kâğıt kalem elinde yine kâtiplik yapmakta ve Âkif’in ağzından çıkan her kelimeyi not etmektedir.
Nitekim bu ünlü konuşma da onun bu tarz bir gayretiyle ilk olarak Balıkesir’de çıkan İzmir’e Doğru gazetesinin 1 Şubat 1920 tarihli 24. sayısında, akabinde de Sebilürreşad’ın 12 Şubat 1336/1920 tarihli 458. nüshasında yayımlanır. Çantay’ın ifadesiyle “Balıkesir’de başlayan milli harekette Âkif’in rolü vardır. Ve çok mühimdir. O İstanbul’da Darül Hikme üyelerindendi. Balıkesir’e koşup geldi. Etkili bir hitabet ile halkı milli harekete katılmaya çağırdı. O tunç hitabe hala Balıkesirlilerin kulaklarında çınlar. ”
Âkif’le Eşref, Edip bir müddet burada kaldıktan sonra İstanbul’a dönerler. Sebilürreşad’ın dolayısıyla Âkif’le Eşref Edib’in kalem mücadelesi birlikte devam eder.
Derginin başka bir fonksiyonu
Sebilürreşad’ın dolayısıyla bu iki dostun ortak bir eylemi daha vardır. Dergiyle birlikte, Milli mücadele lehinde tercüme edilen eserlerin basımı ve Anadolu’ya sevki onların üstlendikleri bir görevdir. Hindistan İslâm mütefekkirlerinden Şeyh Müşir Hüseyin Kıday’ın başta İngilizler olmak üzere, bütün işgalcilere ateş püsküren ve Türkleri müdafaa eden “İslâma çekilen Kılıç” bu tür eserlerden biri olarak gizlice bastırılıp on binlerce nüshası Anadolu’ya sevk edilmiştir. Yine Bediüzzaman Said Nursi’nin İngiliz aleyhtarı “Hutavat-ı Sitte” adlı risalesi de aynı şekilde basılıp dağıtılır. Bu eser de; İngilizin, âlem-i İslâm ve Türkler aleyhindeki müstemlekecilik siyasetini ve entrikalarını, tarihî düşmanlığını etrafa duyurmakta, Anadolu’daki millî kurtuluş hareketine bu manada destek olmakta çok tesirli olmuştur.
Dahası Sebilürrreşad, Anadolu ile İstanbul arasında posta iletişiminin de merkezi durumundadır. Eşref Edip bu durumu şu cümlelerle anlatır:
“Anadolu postası, mektuplar ve gazeteler hususi kurye ile Sebilürreşad idarehanesine gelir, İstanbul’dan Anadolu’ya geçenlerin mektupları ailelerine dağıtılır, Ankara’nın neşriyatı, gazeteleri lazım gelen yerlere verilirdi.”
Sebilürreşad Kastamonu’da
Balıkesir konuşmasından sonra Âkif ve Eşref Edip İstanbul’a dönerler. Âkif’in çok heyecanlı ve düşman aleyhtarı olan Balıkesir konuşması Sebilürreşad’da yayımlanır. Bundan sonra Sebîlürreşad, işgal kuvvetleri tarafından devamlı sansür edilmiş, kimi zaman pek çok sayfası boş çıkmış ve kendisi de takip altına alınmıştır.
Mehmet Âkif, İstanbul’daki faaliyetleri, temasları ve neşriyatı ile Millî Mücadele’ye büyük destek sağlamakta idi. Fakat buradaki baskı, Âkif Bey’in Balıkesir va’azından sonra daha da artmış ve dergideki bazı yazıların, bazan tamamı “İşgal Kuvvetleri Sansür Heyeti” tarafından çıkarılır olmuştu. Bu sebeple, Millî Mücâdele’ye daha çok faydalı olabilmek için artık Anadolu’ya geçmek, cihâdın ortasında bulunmak istiyordu. Bu hususta Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey vasıtasıyla Ankara’dan bir davet de alınca hemen yola çıktı.
Eşraf Edip, bu daveti şöyle anlatır:
“Bir gün Âkif’le Sebilürreşad’ın idarehanesinde konuşuyorken merhum Ali Şükrü geldi.
—Haydi hazırlanın gidiyoruz dedi.
—Nereye dedik.
—Ankara’ya. Oradan sizi çağırıyorlar. Paşa sizi istiyor. Sebilürreşad’ın Ankara’da neşredilmesini istiyor. Sebilürreşad’ın Ankara’da neşrolunması Milli harekâtın manevi cephesini güçlendirecektir.”
Eşref Edip’le Âkif’in ikinci yolculukları bu defa Ankara istikametinde fakat ayrı ayrı gerçekleşir. Eşref Edip’in kitabında bu seyahatin detayları şöyle anlatılır:
“Anadolu Harekat-ı Milliyesi genişleyerek Ankara’da toplanmaya başlayınca üstad:
—Artık burada duracak zaman değildir, gidip çalışmak lazım. Bizim tarafımızdan halkı tenvire ihtiyaç varmış. Çağırıyorlar. Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın. Sen de idarehanenin işlerini derle, topla, Sebilürreşad klişesini al. Arkamdan gel. Meşihattakilerle de temas et, Harekat-ı Milliye aleyhinde bir halt etmesinler.”
Yola önce Âkif çıkar. Bu durum öğrenilip Sebilürreşad ve Eşref Edip üzerindeki baskıları artırınca o da Sebilürreşad’ın klişesini alarak Karadeniz üzerinden İnebolu’ya, oradan Kastamonu’ya gelir.(15 Temmuz 1920)
Eşref Edip, Kastamonu’da halkı Milli Mücadele lehinde örgütleme işine girişir. Muhtelif mahfillerde bu minval üzere konuşmalar yapar. Müdafayı Hukuk cemiyeti adına beyannameler hazırlar. Bu beyannameler Kastamonu ve havalisine dağıtılır. Yine Validen izin alarak halktan bir ordu hazırlama teşebbüsünde bulunur. Fakat onun bu çalışmaları vali tarafından Ankara’ya muhalif bir hareket olarak yansıtılır ve Kastamonu havalisi Kumandanlığı’na getirilen Muhittin Paşa da göreve başladığı gün Eşref Edip, Sinop’a sürülür.
Olaydan haberdar olan Mehmet Âkif, hemen dönemin Dâhiliye Vekili (İç İşleri Bakanı) Adnan Bey’e (Adıvar) giderek, meselenin esasını anlatır ve Eşref Edib’in serbest bırakılmasını sağlar. Ardından da Meclis Başkanlığı’na müracaat ederek, Kastamonu’ya gitmek için izin ister. Meclis zabıtlarında Mehmet Âkif’in “propaganda” amacıyla Kastamonu’ya gönderildiği bilgisi yer almaktadır. 7 Ekim 1920’de Meclis Başkanı, Mehmet Âkif’in bir buçuk ay izinli sayılmasını öngören divan kararını onaylamış, meclis de bu kararı kabul etmiştir. 19 Ekim 1920 günü Kastamonu’ya gelen Mehmet Âkif, Müdafaa-i Hukuk ve Gençler Mahfili üyeleri tarafından karşılanmıştır.
Böylece iki dostun yolları bir daha kesişir. Hiç vakit kaybetmeden Sebilürreşad’ın Kastamonu’da çıkacak ilk sayısının hazırlıklarına girişirler. Kastamonu’da çıkan Açıksöz gazetesi, bu durumu şöyle haberleştirir:
“Sebilürreşad ceride-i İslâmiyesi Kastamonumuzun şerefine ilk nüshasını şehrimizde neşredecektir. Bütün İslâm aleminde pek büyük bie tesiri diniyesi olan muhterem risale, baş muharriri Mehmed Âkif ve müdürü Eşref edip Beylerin şehrimizde kaldıkları müddetçe mücahedelerine devam edeceklerini memnuniyetle haber aldık. Büyük ve her müslümanca muhterem olan risalenin temadi neşrini temenni ederiz.”
Bu haberden iki gün sonra 28 Kasım 1920’de Sebilürreşad’ın ilk sayısı şu duyuru ile çıkar:
“ Sebilürreşad’ın İstanbul’da intişarına imkân kalmadı. Onun için inayeti Hak’la risalemizi bugünden itibaren Anadolu’da neşretmeye başlıyoruz. Kastamonu’da bulunduğumuz müddetçe Sebilüreşad burada intişar edecektir.”
Dergi, Kastamonu’da üç sayı çıkar. (464-465-466. sayılar (25 Kasım 1920-13 Aralık 1920) Mehmet Âkif, dergide bir taraftan yazı ve şiirler yayımlarken bir taraftan da Kastamonu ve civarında da vaazlar vermektedir. Bunlardan en ünlüsü Sevr anlaşması aleyhinde Kastamonu’da verdiği vaazdır. Eşref Edip, yine Âkif’in vaazlarını yazıya geçirmekte ve bunları dergide yayımlamaktadır. Kendisi bu durumu “Üsdadın bu hitabeleri aynen not edilerek Sebilürreşad sahifelerine dercedildi.’ Cümlesiyle belirtir.
Eşref Edib’in bir önemli hizmeti de Âkif’in yazı ve şiirleriyle birlikte konuşma metinlerini de risale ve kitap haline getirerek bastırıp cephelere, köylere varıncaya kadar her köşeye ulaştırmasıdır. Nitekim 19 Kasım 1920 Cuma günü Kastamonu Nasrullah Camii’nde verdiği vaazının özeti de, Sebilürreşad’ın Kastamonu’da basılan 464 sayılı nüshasında yayınlanmış, bu sayı on binlerce basılarak Anadolu’nun bütün illeri ile sancak ve kazalarındaki valilere, mutasarrıflara, kaymakamlara ve müftülere gönderilmiştir. Bu yayınlar, Anadolu halkı ve askerler üzerinde çok tesirli olmuş, Milli Mücadele’nin manevi yönü işte bu yayınlarla güçlendirilmiştir.
Bu çalışmalar, Ankara tarafından da yakından izlenmiş ve takdir edilmiştir. Eşref Edip’in naklettiğine göre Mehmet Âkif Ankara’ya geldikten kısa bir süre sonra Mustafa Kemal ile Ankara tren istasyonunda görüşmüştür. Bu görüşme sırasında Mehmet Âkif’in, İstanbul’daki Milli Mücadele ile ilgili çalışmalarını takdirle takip ettiğini kaydeden Mustafa Kemal; “Kastamonu’daki vatanperverane çalışmalarınızdan çok memnun oldum. Sevr Antlaşması’nın memleket için ne feci bir idam hükmü olduğunu Sebilürreşad kadar hiç bir gazete memlekete anlatamadı. Manevi cephemizin kuvvetlenmesine Sebilürreşad’ın büyük hizmeti oldu. Her ikinize de özellikle teşekkür ederim.” demiştir.
Yine Eşref Edip Ankara’ya geldiğine M. Kemal Paşa aynı şekilde onu da İstanbul ve Kastamonu’da Milli Mücadele lehinde yaptığı çalışmalardan dolayı tebrik eder ve Kastamonu’daki tutuklanma meselesinden duyduğu üzüntüyü bildirir.
Ankara’daki faaliyetleri
İki mücadele arkadaşının Kastamonu’daki vazifeleri tamamlanmıştır. 4 Aralık 1920’de yine yanlarına Sebilürreşad klişesini alarak, zorlu bir yolculuktan sonra Ankara’ya gelirler.
Dergi, bundan böyle Ankara’da çıkacaktır. Nitekim derginin Ankara’daki bu ilk döneminde 467–489. sayıları(3 Şubat 1921-24 Temmuz 1921), Ankara’da yayımlanır. 490. sayı ise Kayseri’de çıkar.
İslâm Kongresi
Âkif’le Eşref Edib’i buluşturan bir faaliyet de bir İslâm Kongresi toplama hazırlıklarıdır. Konuyla ilgili olarak o zamanlar matbuat müdürü olan Hüseyin Ragıp Bey, Hakimiyet-i Milliye’de Anadolu’da bir İslâm Kongresi yapılmasının gerekliliğine dair bir makale yayımlar. Eşref Edip de bu fikri Sebilürreşad’da yayımladığı birkaç makale ile destekler. Bu fikir, Âkif’in de zaten hep zihninde olan bir meseledir. M. Kemal Paşa da İslâm dünyasının desteğini alabilmek için bu projeye çok önem vermektedir.
Hüseyin Ragıp Bey, Eşref Edib’in yazıları üzerine onu görüşmeye davet eder. Görüşme gerçekleşir. Hükümet, Ankara’da büyük bir İslâm Kongresi toplanmasına karar vermiştir. Konu ile ilgilenecek isimlerin başında yine iki kadim dost, Eşraf Edip’le Âkif vardır. Diğer isimler ise Şeriyye vekili ve o zamanlar Meclis başkâtibi olan Recep Beydir. Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Ahmed Senusi ile de istişareler yapılmıştır.
Bahsi geçen heyet, hiç vakit kaybetmeden bir büro teşkil ederek hazırlıklara başlarlar. Toplantılar yapılır fakat o sıralarda Yunan ordusu Sakarya’ya dayanınca bu teşebbüs akim kalır. Bu durum, her ikisini de çok üzer. Zira Eşref Edib’e göre “Eskişehir bozgunu olmasaydı ve böyle bir kongre toplanabilmiş olsaydı, işler başka şekil alacaktı. Düşman orduları Anadolu’nun göbeğine kadar ilerleyemeyecekti.” Der.
Sebilürreşad Kayseri’de
Yunan ordularının Ankara’ya doğru yürüyor olması Ankara’yı telaşlandırır. Daha güvenli olan bölgelere bilhassa Kastamonu ve Kayseri’ye çekilmek durumu ortaya çıkar. Hükümet, hazineyi ve önemli resmi evrakı Kayseri’ye nakleder. Hatta hükümet ve Meclisin de buraya nakli düşünülür.
Bu noktada yine Âkif’le Eşref Edip isimler yan yana anılır. Âkif, meclisin ve hükümetin nakline şiddetle karşı çıkar. Ordunun Sakarya’da bir müdafa savaşına girmesini ister. Âkif, bu şekilde tarihen çok önemli bir hizmet gerçekleştirirken Eşref Edib’i de Kayseri’ye gönderir. Ona:
—Sen Sebilürreşad klişesini al, Kayseri’ye git. Sebilürreşad’ı orada çıkar. Arkamızdaki Müslümanlar ye’se, ümitsizliğe düşmesinler, der.
Sebilirreşad, bundan sonra Kayseri’de yayına başlar. Fakat bir sayı yayımlanabilir ancak. (490. sayı (24 Eylül 1921). Fakat, tarihi görevini hakkiyle başarır. Bu sayıda Ali Şükrü Bey’in Kayseri Ulu Camiinde Milli Mücadeleye ilişkin “Anadolu’nun Büyük ve Mukaddes Cihadı” başlıklı konuşması yer alır. Bu konuşma da tıpkı Akif’in Balıkesir ve Kastamonu’da yaptığı konuşmalar gibi büyük bir ilgiyle karşılanmış ve halk üzerinde büyük bir tesir meydana getirmiştir.
Dergi tek sayı çıkar ama Eşref Edib’in yazdığı Sebilürreşad imzalı beyannameler Kayseri matbaasında basılarak etraf ve havaliye dağıtılır. Eşref Edip, bu yayınların Orta Anadolu’daki tesirini ‘ Sebilürreşad nüshalarının, beyannamelerinin, o tehlikeli ve heyecanlı günlerde Orta Anadolu’da efkarı teskin hususunda çok büyük tesirleri görüldü.” Şeklinde belirtir.
Sebilürreşad tekrar Ankara’da
Sakarya savaşı için Âkif “Sakarya, inşallah düşmana mezar olacaktır.’ Demiştir. Bu dilek gerçekleşir ve savaş zaferle neticelenir. Eşref Edip Eylül 1921’den bu yılın sonuna kadar kaldığı Kayseri’den Ankara’ya döner ve dergi tekrar Ankara’da yayına başlar. Derginin ameli yükü yine Eşref Edib’in omuzlarındadır. Muhteva yükü de Âkif’tedir. Yazıları, şiirleri, tercümeleriyle kalem mücadelesini devam ettirirler. Derginin 491-527. sayıları (10 Aralık 1921-22 Nisan 1923) Ankara’da çıkar.
Büyük zafer kazanılır ve Âkif’le Eşref Edib’in tahayyül bile edemedikleri gelişmeler olur. 9 Eylül 1922 Türk ordusu İzmir'e girer. Bu olumlu gelişmelerden sonra Meclis'te Sebilürreşat'a yardım konusu tartışılır. Basına dolayısıyla Sebilürreşad’a da yapılan hükümet yardımı kesilir. İki dost, görevlerini yapmanın huzuru fakat yeni olup bitenlerin şaşkınlığı ile Sebilürreşad klişesini yanlarına alıp İstanbul’a dönerler. 12 Nisan 1923 ‘ Sebilürreşat'ın Ankara'da son sayısı çıktı. Mayıs 1923 Mehmet Âkif ve Eşref Edip, İstanbul'a döndüler.
Sebilürreşad’ın yeniden İstanbul’da
İki dostun artık sıcak bir mücadele ortamları kalmamıştır. Âkif, Mısır’a gider. Eşref Edip, artık yanında Akif yoktur ama o, İstanbul’a döndükten sonra da dergi yoluyla mücadeleye devam eder ve derginin 528-641. sayılar (16 Mayıs 1923-5 Mart 1925) İstanbul’da çıkar. Kemalist yönetime karşı muhalif yayınlarına devam eder.
Sebiliürreşad’ın kapatılması
Ülkede şarlar çok değişmiştir. Lozan Anlaşması sonrasında İslâmcı kesimin Meclis'ten tasfiye yoluyla uzaklaştırılması Sebilürreşad’ı da büyük ölçüde etkileyecektir. Nihayet Şeyh Said “İsyanı” bahane edilerek ( Şeyh Said, yargılanması sırasında, çıkan olayların etkisiyle yapıldığını söylemiştir.) çıkarılan “Takrir-i Sükûn Kanunu”yla birlikte Millî Mücadele hareketinin geniş halk kitleleri bazında benimsenmesinde büyük ölçüde etkili olan Sebilürreşad dergisi 641. sayısıyla kapatılır. (6 Mart 1341/1925) Ardından Eşref Edip, polis takibine alınır. 1926 yılının Mayıs ayında henüz taşındığı Heybeliada’da tutuklanarak polis karakoluna götürülür. Daha sonra Babıali’deki İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilir. Burada da hemen o caddede bulunan Sebilürreşad bürosunda arama yapılır ve hiçbir suç unsuruna rastlanmaz. Buna rağmen Eşref Edip, tutuklanarak İstiklâl Mahkemelerine sevk edilir. Önce Ankara ardından Diyarbakır İstiklal mahkemelerinde yargılanır. Daha sonra mahkemenin Elazığ’a nakledilmesi üzerine diğer mahkûm gazetecilerle birlikte buraya getirilir. 87 gün burada kalır. Mahkemede kendisine Şeyh Said İsyanı, inkılâplar, din, milliyet, hilafet hatta Akif’le ilgili sorular sorulur. Eşraf Edip, hukukçu kimliğiyle kendini çok iyi savunur ve hakkında hazırlanan tertibi boşa çıkarır.
Eşref Edip, uzun muhakemelerden sonra, yayın faaliyetlerini durdurmak şartıyla 13 Eylül 1925’de serbest bırakılır. Bu yargılanmanın geniş bir hikâyesi daha sonra onun “İstiklal Mahkemelerinde(Sebilürreşad’ın Romanı)” adıyla önce Sebilürreşad’da yayımlanacak daha sonra kitap olarak da çıkacak eserinde yer alacaktır.
Asar-ı İlmiye Kütüphanesi
Eşraf Edip, Sırat-ı Müstakim’in ilk dönemlerinde “Sırat-ı Müstakim”, daha sonra ise “Sebilürreşad Kütüphanesi” adı altında eserler yayımlamıştır. Bu iki neşriyat arasında Mehmet Akif Ersoy, Arapkirli Hüseyin Avni, Halim Sabit, İsmail Hakkı İzmirli, Ömer Ferid Kam, Manastırlı İsmail Hakkı, Mehmet Şemseddin Günaltay, Ahmet Hamdi Akseki, Said Halim Paşa, Babanzade Ahmed Naim gibi yazarların eserleri bulunmaktadır. Bu iki dönemde tercüme eserler de yayımlanmıştır. Bunlar arasında Paul Imbert, Hüseyin b. Muhammed b. Mustafa el-Hanefi Hüseyin el-Cisr, Muhammed Abduh Reşid Rıza, Ebul Kelam Azad, Mevlana Muhammed El-Lahori, Emile Boirac, Arnold Tomas…gibi doğulu ve Batlı yazarların eserleri yer almaktadır.
Tekrar İstanbul’a döndüğünde, şartlar izin vermediği için dergiyi çıkaramaz ama yayın faaliyetlerini “Asarı İlmiye Kütüphanesi”ni kurarak sürdürür ve bu doğrultuda çoğu tercüme olmak üzere eserler yayınlamaya devam eder. Bunlar arsında da yine Seyyid Emir Ali, İsmail Hami Danışmend, Ömer Rıza Doğrul, Lord Hendly, John Davenport, Andre Maurois, J. H. Kramers, Maks Mayerhof,Seyyid Emir Ali,Mehmet Akif Ersoy, Tahirül Mevlevi, Eşref Edib, Mustafa Fehmi Gerçeker, Mahmud Kamil gibi yazarların eserleri bulunmaktadır.
Onun bu faaliyetleri de son derece önemlidir. Cemal Kutay onun bu hizmetini şöyle değerlendirir. “Bir hakikattir ki, eğer üstad Eşref Edip'in o yorulmak bilmez, fütur getirmez azmi olmasaydı, medeni cesareti, manevi hayatımızı bergüzar eserlerle değerlendirmek cehdi olmasaydı, bugün maneviyatımızı inşa edecek eserler bakımından daha fakir olurduk, hatta birçoklarından ebediyen mahrum kalırdık." (Zaman gazetesi 27.12.1999) Cemal Kutay'a Göre Mehmet Âkif)
Yine bu dönemde derginin yazar kadrosuyla sohbet toplantıları düzenleyerek muhalif düşüncenin motivasyonunu korumaya çalışır.
İslâm ansiklopedisi
Eşref Edib’in bu dönemdeki önemli bir faaliyeti de ansiklopedi çalışmasıdır. Mısır’dan döndükten sonra Ekim 1940’de İzmirli İsmail Hakkı, Kâmil Miras ve Ömer Rıza Doğrul’la birlikte İslâm-Türk Ansiklopedisi ve İslâm-Türk Ansiklopedisi Mecmuası’nı çıkarmaya başladı. Bu çalışmayı, bazı Batılı yazarların Hollanda’da çıkardığı İslâm ansiklopedisinin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Türkçeye çevrilerek yayımlanmaya başlaması üzerine bu Ansiklopedi yer alan yanlışları ortaya çıkarmak ve doğruları göstermek amacıyla yaptı. İlk ciddi telif edilmiş ansiklopedilerimizden biri olan bu ansiklopedi maddi imkânsızlıklar yüzünden fazla uzun ömürlü olamadı. Ancak ilk cildi yayımlanabildi.
Sonuçta ilmi-kültürel bir yayın olsa bile bu çalışma da Edib’in fikri-siyasi kaygılarının bir sonucu olarak görülmelidir. Nitekim Bernard Levis’in bu yayını ‘Tek parti dönemine karşı ilk ciddi muhalefet hareketi” olarak değerlendirmesi de bunu göstermektedir.
Eşref Edip yine bu dönemde Ansiklopedi çalışmasının yanında İslâm Türk Muhitül Maarif Mecmuasını da çıkardı. 1948’e kadar süren bu çalışmalar maddi sebepler yüzünden yarıda kaldı.
Derginin ikinci dönemi:Sebilürreşad yeniden
Aradan 22 yıl geçer. Siyasal hava değişmeye başlar. Tek partinin dini yayınlara karşı tutumu yumuşar ve parti tabanında dine dair talepler artar. Edip, bu fıtratı değerlendirmekte gecikmez ve dergisini 22 yıllık aradan sonra 1948 Mayısında tekrar çıkarmaya başlar.
Sebilürreşad’ın bu yeni döneminde sayfalarında, başta Eşref Edip olmak üzere Ömer Rıza Doğrul, Ömer Nasuhi Bilmen,Kamil Miras, Kazım Nami Duru, Cevat Rifat Atilhan, Tahirü’l Mevlevi (Tahir Olgun), Ali Fuat Başgil, M.Raif Ogan,Hasan Basri Çantay’ın yazılarına yer verildiği görülmektedir. İlk dönemden farklı olarak Eşraf Edib’in yazıları daha çoktur. Bu durum, Akif’in yokluğu ile de açıklanabilir.
Dergide ayrıca; Bediüzzaman Said Nursi, Nezihe Araz, Nihat Sami Banarlı, Bekir Berk, M. Said Çekmegil, İsmail Hami Danışmend, M. Şevket Eygi, Ali Ulvi Kurucu, Mithat Cemal Kuntay, Cemal Oğuz Öcal, Peyami Safa, A. Nihat Tarlan, Nuettin Topçu, Mümtaz Turhan, A. Süheyl Ünver gibi Türk fikir ve sanat hayatında isimleri günümüze kadar etkisini sürdürmüş kalemler de zaman zaman yazılar yazmışlardır.
Bu ikinci dönemde Sebilürreşad, Şubat 1966’ya kadar, tam 362 sayı yayınlanmıştır. Bu süreçte Eşref Edip, dini, ahlaki ve siyasi konularda sade bir uslupla yazılar imzalı-imzasız yüzlerce makale kaleme almış, derginin bütün yükünü tek başına omuzlamıştır.
Dergiyle birlikte kitap yayını da yapılır. Sebilürreşad Neşriyat Bürosu ismiyle kitaplar neşredilir.
Bu dönem, Tek Parti Yönetimi çözülmeye başladığı bir dönemdir. Daha sonra ise çok partili hayat başlayacaktır. Dergi, önce yoğun bir biçimde Halk Partisi’ne, daha sonra da Demokrat Partiye karşı sert bir muhalefet yürütür. Bu partilerin özellikle de din, siyaset ve lâiklik anlayışlarını amansız bir biçimde eleştirir. Derginin temel çıkış noktası ise yine İslâmi düşüncedir.
Bu süreçte de Eşref Edip, kovuşturmalardan, tutuklanmalardan kurtulamaz. 1952’de yazdığı yazılar ve Ahmet Emin Yalman’la yaptığı yazılı münakaşalar yüzünden “Malatya Hadisesi” sonrasında tutuklanır. Kısa bir süre sonra serbest bırakılır.
Bu olaydan az bir zaman sonra dergi bürosunda polisin yaptığı bir aramada Said-i Nursi’yle alakalı bir mektubun bulunması üzerine “Nurcu” olduğu iddiasıyla bir kez daha tutuklanır. 3–4 ay cezaevinde kalır. Daha sonra kefaletle serbest bırakılır.
Yine bu süreçte, “Türk Milletini ve Devletini Tehdit eden Tehlikeler” başlıklı yazısından dolayı 163. maddeden yargılanır. Beraat etmesine rağmen karar temyizde bozulur ve yapılan yeni yargılamada altı ay hapis cezası alır. Aynı şekilde “Avrupalılar Osmanlı Devletinin temellerinin nasıl çökerttiler?” ve “Kara irtica, sarı irtica, kızıl irtica” gibi yazıları yüzünden muhakeme edilir.
Son olarak ise, kaleme aldığı ve Bugün gazetesinde 1967 yılının Ağustos Eylül aylarında 48 gün süren meşhur “Kara Kitap-Milleti Nasıl Aldattılar, Mukaddesatına Nasıl Saldırdılar?” başlıklı yazı dizisinden dolayı yargılanır ve beraat eder. Bu dizi daha sonra kitap olarak da çıkar.
Bu son bölüme Âkif’ten uzaklaştığımızı düşünebilirsiniz. Edib’in mücadelesi Âkif’in mücadelesidir. Zira, Akifsiz yayımlandığı için onun yokluğunun getirdiği bir boşluk oluşsa da Eşref Edip, derginini ilk dönemdeki ilkelerine uygun bir yayın yürütür. Yeni Sebilürreşad da önceki gibi yine din ve siyaset eksenli bir dergidir İlk döneminde” 1. Tefsir-i Şerif; 2. Hadis-i Şerif; 3. Sosyal Bahisler; 4. Felsefe; 5. Fıkıh ve Fetva; 6. Edebiyat; 7. Tarih; 8. Talim ve Terbiye: 9. Hutbe ve Mevaiz; 10. Siyasat; 11. İslâm Kavimlerinin Hayatları; 12. Mektuplar; 13. Matbuat; 14. Şuunat...” gibi konu başlıklarıyla çıkan dergi, bu yeni döneminde de bu çerçeveye büyük ölçüde riayet etmiş ve İslâmi ilimler, Fıkhi meseleler, İslâm tarihi, İslâm dünyasından haberler gibi konulara yer vermiş, dolayısıyla logosunda belirtildiği gibi “Siyasi, dini, ilmi, edebi ve ahlaki” bir dergi olma vasfını korumuştur.
Sebilürreşad’ın bu anlayış çerçevesindeki 2.dönem yayını Şubat 1966’ya kadar devam eder ve bu tarihte 362. sayısıyla yayını sona erer. Bu bahsi toparlayacak olursak rakamsal olarak şunları söyleyebiliriz.
1908’de ilk sayısı çıkan dergi, kapatıldığı 1925 yılına kadar 641 sayı çıkar. 22 yıllık bir aradan sonra 1948’de başlayan yeni döneminde ise kapandığı 1966 yılına kadar 362 sayı yayımlanır. Bu iki sayının toplamı 1003 sayısına tekabül eder ki bu son derece büyük bir sayıdır. Bu uzun soluklu yürüyüşün mimarı ise Eşref Edip muhtevayı oluşturanlar ise başta Akif olmak üzere her iki dönemin İslâmcı aydınları, mütefekkirleri ve edipleridir.
Şuna da belirtelim: Sebilürreşad kapandıktan sonra yazmaya ve yayımlamaya yine devam eder. Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı haftalık Yeni İstiklal ve günlük Bugün gazetelerinde yazılar yazar. Bu iki yayın organının dışında Büyük Doğu, Babıalide Sabah, Diyanet, İttihad, Tevhid-i Efkar Millet gibi dergi ve gazetelerde de yazıları yayımlanır.
Mektuplaşmaları
Sözün burasında yeniden Akif-Eşref Edip birlikteliğine dönecek olursak son olarak şunları söyleyebiliriz.
Âkif, 1923 yılında Abbas Halim Paşanın daveti üzerine Mısır’a gitti. Kışı orada geçirdi, birkaç sene yazları İstanbul’da, kışları Mısır’da kaldıktan sonra 1926 kışından itibaren Mısır’a yerleşti. Burada 10 yıl kadar kaldı. Ölümünden kısa bir süre önce 1936'da Türkiye'ye döndü.
Âkif, bu süre zarfında ailesinden ve yakın dostlarından pek çok kişiyle mektuplaşır. Bu isimlerden biri de Eşref Edip’tir. Âkif’in Mektupları konusunda bir kitap yayımlayan Yusuf Turan Günaydın’a göre bu mektupların sayısı yedidir. Mektuplardan dört tanesi 1931, üçü de 1933 yılında yazılmıştır.
Mısırdaki görüşmeleri
1932 yılında Mısır’a giden Eşref Edip burada bulunan Mehmed Âkif ile görüşür. Âkif'in Kur'an çevirisinin tamamlanmış halini görüp okur ve hayran kalır. Onu Türkiye’ye getirmek ister. Fakat Akif’i ikna edemez.
Vefatında yanı başında
Eşref, Üstad’ın İstanbul’daki hastalığında da başı ucunda olanlardan biridir. Nitekim, Akif’le ilgili kitabında onun Mısır’dan dönüşünden vefatına kadar olan hadiseler, ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır.
Eşref Edip Yeniden Mısır’da
Akif’in vefatından bir yıl sonra, 1937 yılında tekrar Mısır’a giderek Mehmet Âkif’in hazırladığı meâl’in akıbetini araştırır ve Âkif’in Mısır hayatı ve Mısır’daki dostlarıyla ilgili pek çok hatıratı derler. Amacı Âkif hakkındaki eserini yazarken onun Mısır’daki yaşayışını öğrenmek, orada yazdığı eserlerini ilham eden muhit ve şartları yakından tetkik etmektir. Bu seyahatinde içinde Âkif’in artık bulunmadığı Mısır’da onun izlerini bulur. Akif’i tanıyan kişilerle görüşür. Hafızalarda kalan eserlerini toplar.
Bir yazar olarak Eşref Edip
Eşref Edib Fergan, Sebilürreşad dergisinin sadece mesul müdürü, sahibi değil aynı zamanda yazarıdır. Onun da bu dergide çok sayıda yazıları çıkmıştır. Yine onun çok sayıda kitabı da bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Mehmed Âkif-Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları (2 cilt) 1938, 1939, Tek cilt halinde ilaveli 2. bs. 1960).
2- İnkılâp Karşısında Âkif-Fikret, Gençlik Tan’cılar: Kurtuluş Harbi’nin Kaynağı İstiklâl Marşı mı, Tarih-i Kadim mi? (İstanbul 1940).
3- Pembe Kitap: Tevfik Fikret’i Beş Cepheden Kırk Muharririn Tenkitleri (İstanbul 1943).
4- Çocuklarımıza Din Kitabı (4 Kitap, İstanbul 1944–45).
5- Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nur-Hayatı, Eserleri, Mesleği (İstanbul 1952).
6- Kur’an-Garp Mütefekkirlerine Göre Kur’an’ın Azamet ve İhtişamı Hakkında Dünya Mütefekkirlerinin Şahadetleri (İstanbul 1957).
7-Dinde Reformcular (A.F. Başgil, N.Topçu, İ.H.Danişmend ve M.R. Ogan’la birlikte) (İstanbul, 1959)
8- Bediüzzaman Said Nur ve Nurculuk, Tenkit ve Tahlil (İstanbul 1963).
9-Bu Adam Ne İstiyor? CHP’nin Yedi Başlı Lideri Milletin Sinesinden Artık Elini Çeksin(İstanbul, 1965)
10- Risâle-i Nur Muarızı Yazarların İsnadları Hakkında İlmi bir Tahlil (İstanbul 1965).
11- Kara Kitap-Milleti Nasıl Aldattılar, Mukaddesatına Nasıl Saldırdılar? (İstanbul 1967).
12- Misyoner ve Müsteşriklerin Yazdıkları İslâm Ansiklopedisi’nin İlmi Mahiyeti (İstanbul 1946).
13-İslâm Ansiklopedisi Hakkında Mülahazalar
Vefatından sonra ise eserleri Fahrettin Gün tarafından yeniden yayına hazırlanmıştır. Bunlar arasında daha önce kitap olarak yayımlanmayan “ İstiklal Mahkemelerinde- Sebilürreşad'ın Romanı-(2002), Milli Mücadele Yılları(2002) Çocuklarımıza Din Kitabı (2005), İnanç Dersleri(2005),İbadet Dersleri(2005), Ahlak Dersleri(2005),Sevgili Peygamberimiz(2005) CHP ve din (1948-1960) (2005) gibi eserler bulunmaktadır.
Eşref Edip, ayrıca, Mevâiz (Manastırlı İsmail Hakkı’nın vaazları), Mevaiz (Urfalı Mahmud Kâmil’in vaazları), Hac Rehberi (A. Ulvi ve M. Âkif’le birlikte), gibi eserlerin hazırlanmasına katkıda bulunmuştur. Yine bu minvalde Kadir Mısıroğlu’nun kendisinden naklettiğine göre, Hilafetin ilgası tartışmaları sırasında Karahisar Mebusu Hoca Şükrü Efendi adı ile basılan “Hilafet-i İslâmiye ve Büyük Millet Meclisi” (Ankara 1339, 28 s.) başlıklı muhalif risaleyi Eşref Edib kaleme almış, Hoca Şükrü’nün milletvekilliği dokunulmazlığından istifade etmek maksadıyla onun adıyla yayımlanmıştır (Bk. Osmanoğullarının Dramı, İstanbul 1974, ss. 110-179).
Bunların yanı sıra, birçok kitabı ve tercüme eseri yayına hazırlayan Eşref Edib Fergan, Tevhîd-i Efkâr, Yeni Sabah, Millet, Diyanet, Yeni Asya, Yeni İstiklâl, Bugün, Sabah, İttihad gibi dergi ve gazetelerde de yazılar yazmıştır.
Eşref Edib’in en büyük eseri ise, 1908’den başlayarak Sahipliğini ve Yazı İşleri Müdürlüğünü üstlenip 1966’ya kadar çeşitli fasılalarla 58 yıl boyunca toplam 1003 sayı neşrettiği Sırat-ı Müstakim-Sebilürreşad Mecmuası’dır.
Mehmet Âkif’le ilgili eseri
Mehmed Âkif ve Safahat hakkında bugüne kadar çok sayıda eser yayımlandı. Fakat bunların hepsine kaynaklık eden eseri yakın dostu Eşref Edip yazdı. “Mehmet Âkif, hayatı, eserleri ve yetmiş muharririn yazıları” adını taşıyan bu iki ciltlik büyük eserin 1. cildi 720 sayfa, buna zeyl olarak yazılan 2. cildi ise 332 sayadır. Eşref Edib’in kurduğu Asarı İlmiye kütüphanesi yayınları arasında çıkan bu eser, Âkif’in vefatından iki yıl sonra yani 1938 yılında okuyucuyla buluşmuş, bir yıl sonra da 1939’da 2. cildi yayımlanmıştır. Tek cilt halindeki 2. baskısı ise 400 sayfa olarak 1960’da yapılmıştır.
Eşref Edib’in belirttiğine göre bu kitabın neşrine Âkif’in candan dostlarından biri olan ve Âkif hakkında da bir eseri bulunan Mithat Cemal Kuntay sebep olmuştur. Eşref Edip, bu kitap konusunda Kuntay’ın kendisini cesaretlendirdiğini ve onun teşviki ile bu kitabı yayımladığını belirtmektedir.
Eserin bu anlamda en bariz vasfı geniş hacmidir. Kitap bu yönüyle Mehmed Âkif üzerine yazılan metinler içinde malzeme açısından en zengin, en önemli “arşiv” olma vasfını taşımakta ve Peyami Safa’nın ifadesiyle “Edebiyat tarihi etüdlerine esas olabilecek şişkin bir vesika tomarı” olması açısından metodolojik bakımdan ne kadar dağınık olursa olsun yapılan inceleme ve araştırmalarda hâlâ ilk kaynak olma özelliğini korumaktadır.
Eserin tek özelliği elbette bundan ibaret değildir. Muhtevası bakımından da önemlidir. Halim Sabit’e göre bu eser “Mehmed Âkif’in maddî ve mânevî varlığının fotoğrafı gibidir.” Eşref Edib, Âkif’in husûsî hayatına da vâkıf bulunmasına rağmen bize bütün detaylarıyla nesnel bir fotoğraf sunmayı başarmıştır. Bu yüzden eserde Refik Ahmet Sevengil’in de söylediği gibi Mehmed Âkif’in şahsî, husûsî, edebî tercümeihâli, ahbaplıkları, münasebetleri, düşünceleri, iman ve itikadı hakkında aradığınız her şeyi bulmak mümkündür.
Eser için söylenmesi gereken bir söz de Âkif’in hayatı, eserleriyle beraber bir devrin ilim hayatını da anlatmasıdır. O devrin bütün büyük adamlarını Âkif’le münasebetlerinden hareketle vermektedir.
Eserin muhtevası
Yazar, eserine Âkif’le tanışmalarıyla başlar ve 30 yıl süren birlikteliğin hikayesiyle birlikte Âkif’in birlikte çıkardıkları Sırat-ı Mütakim ve Sebilürreşad’daki “Baş muharrirliği”, “Balkan Harbinde”, “Harbi Umumide”, “Mütarekede”, “Harekat-ı Milliyede”, “Karan tercümesi”, “Mısırdaki Yaşayışı”, “Mısırdaki Sevgili Dostları”, “Hastalığı ve Lübnan Seyahati”, “Aziz Dostları”, “Ahlak ve Seceyası bazı Fikir ve Nükteleri”, “Mütenevvi Hatırat”, “İstanbul’a Dönüşü ve Hastalığı”, Vefatından Sonra” başlıkları altında bize oldukça teferruatlı bir Âkif biyografisi sunar. Yazılanlar, tanıdığı ilk günden Âkif vefat edene kadar geçen 30 yıllık bir beraberliğin, yakın dostluğun gözlem ve tanıklığıyla yazılmıştır. Dolaysıyla birinci elden bilgilerdir.
Yazar, eserinin sonlarına bir bölüm daha eklemiş, ilkinde ‘Memleket Mütefekkirlerinin İhtisaslar” başlığı altında Âkif’in vefatından sonra matbuatta çıkan yazıları da eserine almıştır. Kitabın adında ’70 Muharririn Yazıları’ ifadesinin bulunması bu yüzdendir. Kitabı bütünleyen ve zenginleştiren bu yazıların müellifler, arasında Cenap Şahabeddin, Süleyman Nazif, Fuat Köprülü, İsmail Habip Sevük, Orhan Seyfi Orhon, M. Turan Tan, Peyami Safa, Falih Rıfkı, Hasan Ali Yücel…gibi simler bulunmaktadır. Bunlar, gazete ve dergilerde çıkan yazılardır. Bunları devamında ise Tahir Nejat Uygur, Tahir Olgun, Ömer Rıza, M. Behçet Yazar, Nevzat Ayas, Halim Sabit, Aksekili Hamdi, M. Şemseddin’in Âkif’le ilgili kitaplık çapta yazılarına da yer verilmiştir. Kitapta ayrıca Gençliğin Teessür ve İhtisasları, Âkif’in Bestelenen Şiirleri, Yazdıkları ve Söyledikleri başlığı altında da kitap halinde yayımlanan şiirleri, Safahat’a Girmeyen şiirleri, Muhtelif Makaleleri, Mevizaları, Tefsirini yazdığı ayetler, tercüme ettiği makaleler ve kitaplarla ilgili malumat da yer almaktadır.
Eserin, birinci cildine zeyl olarak hazırlanan 2. cildinde ise “İhtifaller”, “İhtifallere Dair Yazılar”, “Münakaşalar”, “Tenkid ve Tahliller” ana başlıkları altında Âkif’in cenaze merasimi, Beyazıd camiindeki dini merasim, İstanbul ve Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde yapılan anma toplantıları, bunlarla ilgili olarak matbuatta çıkan yazılar ve, Âkif’le ilgili polemiklere yer verilmiştir. Dolayısıyla eserin birinci cildi gibi bu cildi de çok zengin bir malumatı ihtiva etmektedir.
Eser, bütün bu özellikleriyle hakkında bir değerlendirme yazan Muallim Server’in de belirttiği gibi “Âkif’in ilmî, edebî, dinî, içtimaî, fikrî, felsefî, siyasî, İslâmî, millî, insanî, ahlâkî, elhâsıl bütün husûsiyetlerini yegân teşrih eden; hâdiseler göz önüne getirilerek, şairin hüviyet-i hakikiyesi, tam bir sarâhat içinde tebârüz ettiren” bir çalışma durumundadır. Eser, bu bağlamda, yayımlandığı yılda Halim Sabit, İ. Alaadin Gövsa, Refik Ahmet Sevengil, Kamil Miras, Peyami Safa, Mahir İz, Ömer Nasuhi Bilmen, Nurettin Artam….gibi devrin müelliflerinin yazılarında bu şekilde değerlendirilmiştir.
Sonuç
Bu yazıya konu olan bu iki dostun vefat yılları aynı değildir ama; vefat ettikleri ay ve yer aynıdır. Mehmet Âkif, 27 Aralık’ta,(1936) Eşref Edib ise, 15 Aralık’ta) 1971) ve yine her ikisi de İstanbul’da vefat ederler. İkisi de İstanbul Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilirler.
Her ikisini de rahmet ve minnetle anıyoruz.
*Eğitimci, şair-yazar